Her yazarın dönemsel sancıları vardır. Yaklaşık bir yıldır sessizliğe gömüldüm. Belki kızdınız lakin vedaları hiç sevmem ben… Tren garlarını, havalimanlarını… Sessiz olmuştur benim her zaman gidişlerim… Üzmeden, incitmeden ve kırmadan… Korkmam yedi düvelden lakin kulun hakkından korktuğum kadar. Bu yüzden aylar öncesinden toplarım gönül bavulumu, gidişlerim sarsıntı yaratmaz. Güzel vedalar, güzel anılar ve yoncalanmış vadiler bırakırım insanlara… Acılarından tekrar doğarak, yeni limanlara yelken açabilecek gemiler bırakırım. Bu yüzden sabır ederek yeni yazıları beklediğinize inancım hep tam oldu! Güzel anılarımız ve gölgesinde soluk alabildiğimiz ormanlarımız olmuştu bizim… İşte bu ormanların temiz havasına güvenerek; Kendimi anlatmak, sizleri duymak ve en önemlisi bir saniye bile düşünmeden canımı vereceğim vatanımı dinlemek adına soluklanmam gerekiyordu. Beni beklediniz, Allah (cc) razı olsun!

Bu geçen bir yıllık sürede hayatımdaki toprağın nasıl çamur, çamurun ise nasıl çanağa dönüştüğünü ve soframa çorba olarak tekrar nasıl geldiğine şahit oldum. Yaşadım, doğrudur… Ama nefes alırken ciğerlerime dolan havanın da bir ağırlığı olduğunu fark ettim. “-Seni anlıyorum ve her zaman yanındayım” diyen varlığın samimiyetine inanmak isteyip de onun da kendine göre vardır elbet bir hesabı diye düşünüp, sadece gülümsemek… Elinden sadece bunun geldiği zamanları geçirerek saymak bu bir yılı…

Bu sefer kitapları değil ama hayatı okudum, saçmalıkların içerisinde mantık aradım ve en önemlisi yalnızlığımı kabul etmiş bulundum. Yazmanın ruhuma ne kadar iyi geldiğini ve tersi bir durumda nasıl öleceğimi kesin olarak beynime kazımış bulunmaktayım. Parmaklarım harflerin üzerine gidemediğinde her gün parmaklarım kesiliyormuşçasına hırçınlaştığımı anladım. Çilenin sadece dört duvar arasında değil bedende hapsolmuş bir ruhun da içinde olabileceğini gördüm. Aile birliğinin ve sevginin kan bağından değil, kalpten ruha giden yolda birlik ve beraberlik taşlarından oluştuğunu anladım. Güçlendikçe düşmanınla dostunun bir olup nasıl da gül bahçesinde bülbül olabileceğine şahit oldum.

Dualar bana dayanma gücü verirken, 7 yaşında babamın ofisinin baş köşesinde duran Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye olan öğüdünü sık sık kendime tekrarladım. Çakallara sesleniyorum şimdi; Kurt kışı geçirdi ama yediği ayazı unutmadı…

Edebali’ye selam ve dua ederek, öğüdünü hem kendime hem de sizlere hatırlatarak sezonu açıyorum…

“Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlasın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın! Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır.

Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir.

Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir…
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı!

Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir.

Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.

İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı… Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın…

Allah (cc) yardımcın olsun!”

Hoş bulduk,

Çok özlemişim sizleri…