ve ben beton Kemal

Her zamanki gibi uykuda Peri dürttü beni. Uyandım…

Belgrad ormanlarına gitmemizi söylüyordu. Hayırdır inşAllah diyip giyindim ve arabaya atladığım gibi yola koyuldum. Peri’ye güvenerek nereye gittiğimi bilmeden karanlıkta ilerliyordum. Memleketimin havası sanki ormanın sisinin içine karışmış kurtlarla çakallar dalaşı gibi yapraklar birbirine karışıyordu. Arabayı yolun kenarına park edip indim. İçim üşüyerek derinliklerine doğru yürüdüm. Zifiri bir karanlık vardı. Elimde küçük el fenerim ile körlemesine ilerliyordum. Peri önden sessizce uçuyordu ben de onu takip ediyordum. Siyah daha fazla gitmek istemedi.

‘Ben burada bekleyeceğim. Bu deli Peri’nin peşine takılmak bünyeme aykırı… Bir şey olursa nereyi araman gerektiğini biliyorsun zaten’ ‘Tamam’ diyerek devam ettim

Ben devam ettikçe sis artıyordu sanki. İnceden bir plak sesi duydum… Kafasında çok şık bir şapka ile uzun tahta masaların olduğu yerde orta yaşlı bir adam arkası dönük vaziyette oturuyordu. O anda Peri arkasını döndü;

“Benim görevim burada sona eriyor. Dün gece ormanın üstünden uçarken kulağıma plağın müziği geldi. İlgimi çekti… Şu ağacın tepesine tünedim. Oradan izlerken gördüm. Güneş doğduktan sonra gidiyor ama. Beni göremedi ne kadar bağırsam da… Belki seni görür. Bundan sonrası sana ait ve özel bence. Bir densizlik yapıp boş boğazlık etme sakın. Ben Siyah’ın yanına gidiyorum. Dinlediklerini aklında iyi tutmaya çalış. Daha sonrası Siyah’ın kalem gücüne kalmış zaten. Allah (cc) yar ve yardımcın olsun” dedi ve Siyah’ın olduğu yere doğru uçarak gözden kayboldu

Tahta masanın etrafını dolaşarak yüzünü görme umuduyla yanına oturdum ama katiyetle suratını göstermiyordu. Anladım ki bu şekilde kalmalıyız. Küçücük bir plağı vardı… Takım elbiseli ve kafasında 30’lu yıllardan kalma bir fötr şapka vardı. Elinde de ay yıldızlı sedef kakmaları olan bir baston

“Merhaba efendim. Rahatsız etmiyorum umarım”

“Otur çocuğum. Zeki Müren diye biri çıkmış ben yokken. Güzel bir ses… Onu dinliyorum. Eskiden Safiye Ayla dinlerdim. Sevdin mi Zeki’yi sen de?” sesi kibar ama insanın ensesindeki tüyleri harekete geçirecek kadar kendinden emindi

“ Severim efendim ben de çok. Gecenin bu saatinde burada ne yapıyorsunuz? Üşümüyor musunuz?”

“Memleketimin her köşesini buradan daha iyi dinliyorum. Bir ulus üşürken ben üşümüşüm çok mu çocuk? Çok bedbahtım çok…”

“Efendim yardımcı olabileceğim bir şey varsa elimden ne geliyorsa yapmaya hazırım”

“Bak çocuk… Ben eski bir Osmanlı askeriyim… Eğileceksiniz ama kırılmayacaksınız, anladın mı? Fatih Sultan Mehmet Han’ın bir sözü vardır der ki; “Savaş herkesle ama barış sadece onurlu insanlarla yapılır” Zaman her şeyin ilacı olur ama ülkenize, şerefinize, onurunuza ve ailenize yapılan hiçbir kötülüğü unutmayacaksınız. Siz güzel ama yalnız bir ülkesiniz bunu da unutmayın. Sultan Vahdettin’in vasiyeti daha açılmadı. Açıldığı gün her şey gün yüzüne çıkacaktır. Bu aziz millet bir gün gerçeği öğrenecektir. Savaş kapıda bu çok açık. Birbirinize güvenin ve inanın… Ve bir avuç toprağı dahi vermeyin… Rejim şu anda kendini sınıyor. Olması gereken buydu zaten. Eğer bu sınavdan başarıyla geçerseniz önünüz çok açık. Ordu dâhil her yer ele geçirilmiş durumda. Artık kimseye güvenemezsiniz. Birbiriniz dışında… Kaçarı yok savaş kapıda…” son cümlesi ile şafak sökmek üzereydi

“Şimdi bana müsaade. Sağır İsmet beni bekler. Ortalığı karıştırmaya bayılır ben yokken”

“Rica ederim. Müsaade sizin efendim.”

Beş adım sonra dayanamayarak arkasından seslendim

“Efendim! Efendim! Adınız neydi acaba?”

“Kemal… Mustafa Kemal… Ama bana bu aralar Beton Kemal” diyorlar…

Ağzım bir karış açık dönüş yoluna doğru yürüdüm. Peri, Siyah’ın omzuna kurulmuş kulağına bir şeyler fısıldıyordu. O da ciddi ciddi kafasını sallıyordu. Beni görünce bir anda sustular

Aynı anda “-Ne oldu?” diye sordular

“- Yolda anlatırım. Yürüyün ama önce bir kahve içelim ayılmak için. Savaş kapıda!”

Peri “ Hemen ekmek almaya gidiyim”

Siyah öyle bir baktı ki ona

“Ne be!” diye cevap verdi…

Sevgilerimle