Seçimlerden beri yazı yazmıyorum. Bıraktım biraz ortalık minnoşlara kalsın diye… Ama boş durmadım tabii ki; Memlekette yazarlık çay parasına yettiği için firmalara verdiğimiz Kurumsal İletişim hizmetlerimizle meşguldüm. Yakın bir arkadaşımın dediği gibi “Didem, sen ölünce eserlerini satar satar yeriz artık!” Doğru söylüyor… Neyse!

Beni yakından tanıma şansına nail olmuş insanlar bilir. Çantamda mutlaka küçük bir not defteri taşırım. Benim deliPeri’nin ne zaman geleceği belli olmuyor çünkü… Velhasıl bundan yıllar evvel ünlü bir konser mekânında çantamdan o defter çalındı. Fark ettikten sonra ise ortalığı toza dumana kattım. Çalan kişi çok meşhur bir dizinin müziklerini yapıyordu lakin, elimde kanıt olmadığı için hiçbir şeyi ispat edemedim. Sonuç olarak son on yılda dinlediğiniz bütün hitparçalar o defterden çıkmıştır. Benim amacım ruhen kendimi hazır hissettiğim zaman parçaları satışa çıkarmaktı. İnanır mısınız, kaybettiğim trilyonlara üzülmüyorum. Tek üzüldüğüm nokta milyonlarca insanların duygularına eşlik ederken “Didem Dizdar ne parça yapmış beee!” dedirtemediğim içindir. Yıllar önce yaşanan bu olaydan sonra şarkı yazmaya tövbe etmiştim. Tövbemi hedeflerim doğrultusunda, ustaların birer birer bu dünyadan göçüp gitmesiyle, piyasadaki kıtlık ve en acısı aşkların ayağa düşmesi yüzünden bozdum! Sizlerden ayrı kaldığım bu süreçte çok önemli parçalar yaptım. Zannetmeyin ki; ‘Yan gel Osman’ durumundaydım. Kalbim sizlerle beraberdi ama yaşadıklarınıza tercüman olabilmek için Siyah (kalemin lakabı) , Peri ve ben çalışıyorduk…

Hayat akıp giderken 2015’in son günü; Kader kezzap misali suyunu ciğerlerimi yakarcasına içirdi ve çok sevdiğim dayımı toprağa verdim. Bazı insanlar acısını sessiz ve derinden yaşar. Gözyaşlarını kahkahalarına saklayarak, kimsenin görmediği zamanlarda akıtır. Bende o tip sınıfa girdiğim için elimden gelen tek şey olan duaya tutundum ve acımı kâğıda, kaleme döktüm. Karlar içinde ve acımın donarak aktığı toprağa emanet ettim onu… Kaderin üstünde de bir kader olduğu ve göklerden gelen bir karar olduğu için bir şey yapamamanın acısıyla tıkandım kaldım.

Her yıl dönümünde kendi adıma bir takım kararlar alır ve sektirmeden uygularım. 2015 bana yalnızken daha mutlu olduğumu, kalabalıklardan sıkıldığımı, insanların sadece paraya değer verdiği gerçeğine kulaklarımı tıkadığımı ve değişmem gerektiğini acıtarak öğretti. Sonuç olarak aldığım kararları zor da olsa uyguluyorum. Kimseyi umursamadan sadece başarıya odaklanarak yürüyorum. Çünkü anladım ki; ben iyiysem herkes o kadar iyi… Ben ne kadar güçlüysem herkes o kadar eş, dost ve insan… Ve fark ettim ki insan yaşından, tecrübeleri ise boyundan büyükse artık şahıslara dil dökmeyi bırakıp, onun yerine bir boş vermişlik içine giriyor. Şımaracak bir durumunuz yoksa yaşam içerisinde değişik bir olgunluk içerisine giriyorsunuz

Gelelim güzel ülkemden manzaralara…

Seçimlerden sonra bir rehavet çöktüğü aşikâr… Rusya ile olan mevzulardan dolayı herkes Erdoğan’a akıl sağlığının yerinde olmadığına dair bir sürü hakaretler yağdırdı. İyi de Montrö Antlaşmasını atlıyorsunuz arkadaşlar. Mustafa Kemal ‘in bir askeri deha olduğu gerçeğini tekrar kabul etmek zorundasınız. Antlaşmanın en önemli maddesi şudur; Türkiye herhangi bir ulusal tehdit durumunda boğazları kapatma hakkına sahiptir. Bu da Rusya’nın ticaretini bitirmek demektir. Bu yüzden istediği kadar tırı vırı konuşsunlar. Kimse Misak-ı Milli sınırları içerisinde kafasına estiği gibi dolaşamaz. Öyle Kremlin meydanında kafada kalpakla gezinmeye benzemez bu işler…

Gelelim Reis-i Cumhurumuz Recep Tayyip Erdoğan’a…

Zirveye çıkmak için çok büyük savaşlar verip, çılgınca fedakârlıklarda bulundunuz. Yeri geldi ağladınız yeri geldi hapislerde tüm şiirleri tükettiniz.

Şimdi o kadar yüksek bir dağın tepesinde oturuyorsunuz ki; aşağıyı göremiyorsunuz. Hâlbuki sizde o aşağılardan gelmediniz mi? İnsanlardan sizin için hep şunu dinliyorum;

“Hepimiz inanmıştık ona. Çünkü yaratılanı yaratandan ötürü seviyordu. Ezilmişlerin sesi, inananların daha özgürce yaşadığı bir ülke için gelmişti. 7 Haziran ‘da uyarıda bulundu herkes ama daha katılaştı sanki! Mecburen tekrar verdik oyumuzu. Dolar aldı başını gitti. Cehenneme döndü her yer. Çoluğumuz çocuğumuz var, abla. Ne yapalım? Başka kimse de yok ki!”

İnsanlar mecbur oldukları ve korktukları için kimi severler biliyor musunuz?

Zalimleri…

Lütfen bunu unutmayın. Sizden ricamdır…