‘’İZ‘’
İstanbul / Türkiye
Çapa Onkoloji Hastahanesi’nin bahçesi

İki eski sevgili yıpranmış yeşil bankta yan yana oturuyorlardı. Bahar İpekoğlu ve Aziz Karadağlı… İkisi de yorgun ve uzaklara bakıyordu. Sessizlerdi ama derinden anlaşıyor gibiydiler. Hafiften esen rüzgâr kemoterapiden yeni çıkmış olan Bahar’ın yanan içine iyi geliyordu. Aziz bey’de ise sevdiği kadının yüzüne bakacak cesaret yoktu. Derinden bir nefes bıraktı ve Bahar’ın yüzüne dönerek;

“ – Nasılsın? Canın acıyor mu?”

“ – Eskisi kadar değil. İnsan zamanla her şeye alışıyor. Daha çok canımın acıdığı zamanlar oldu. Ama o zaman kanser değildim” diyerek hafiften bir gülümseme ile sevdiği adamın orman kokan gözlerine baktı. Eskiden cam gibi parlayan o gözlerde şimdi sadece hüzün ve kızgınlık vardı.

“ – Yapma, Bahar… Ben değil sen gittin. Şimdi beni suçlayamazsın. 20 sene geçti üstünden ama ben senden hiç vazgeçmedim. Her zaman uzaktan izledim. Sen kaybolduğunda bile her yerde aradım seni”

“ – Her şey senin tahmin ettiğin gibi değil. Bilmediğin çok şey var ama her şeyi öğreneceksin çünkü fazla zamanımız yok. Malum, ölüyorum! Sözümü kesme… Kızım Elif sana emanet. Senden başkasına güvenemem. Hastalığımı ondan sakladık. Ona bir şey olmasına izin verme. Hastalığımı biliyor ama günden güne iyileştiğimi zannediyor. Zamanımın olmadığını söylemedik ona. Birkaç gün sonra İngiltere’den temelli dönecek. Milli İstihbarat Teşkilatı’na başvurdu. Çok büyük kavgalar çıkardım ama maalesef engel olamadım. Kabul edildi teşkilata ve bizzat evraklarını MİT başkanı Serkan Bidal imzaladı. Babasının ve dedesinin suikastına çocukluğundan beri kafayı takmış durumda. Ölümden korkmuyorum, Aziz! Ama ona bir şey olmasından çok korkuyorum. Ömrümü onu korumak için harcadım. Bu yüzden senden başkasına güvenemem. Bana söz ver şimdi, onu asla yalnız bırakmayacaksın!?”

“ – Mührümün üstüne söz veriyorum. Bundan sonra seni benden kimse ayıramaz. Benim evime taşınacaksın. En iyi şartlar altında bakılacaksın. Gözümün önünde olacaksın. İtiraz istemiyorum. Sana zamanında demiştim. Bir gün evine, ait olduğun yere döneceksin” dedi gözlerindeki yaşları zor tutarak

“ – O gün; O evden ağlayarak çıktığım günü hatırlıyorum. Osman Karadağlı’nın yani babanın beni evden kovduğu günü hiçbir zaman unutmadım. ‘Biz bir davaya ömrümüzü vermişiz. Senin aşk dediğin şeyi biz şekerlikteki zehir olarak içiyoruz’ demişti”

“ – Ve sen de gittin, Bahar. Bizi ve beni öylesine bıraktın. Umurunda olmadı. Sen ki yırtıcı kuşlar gibisindir”

“ – Gitmedim, Aziz! Gitmek zorunda kaldım. Çünkü teşkilat ve sizinkiler arasında kalmıştım. Ya seni öldüreceklerdi ya da beni… Diyeceksin ki ölümden mi korktun? Hayır, korkmadım. Ama kimsenin bilmediği bir şey vardı. Elif…”

Aziz Karadağlı, bir anda kafasını öyle hızlı çevirdi ki… Yer sanki sarsılıyor, bahçedeki ağaçlar gövdesinden ayrılıyordu. Soran gözlerle ona bakarken, göğsünün sol yanına bir ağrı saplandığını hissetti.

“ – Elif, bizim kızımız. Seninle benim bir parçam. Ayrılmadan önceki ilk ve son geceden bize armağan kalan… Ona iyi bak, Aziz. Gözlerine iyi bak çünkü sana çok benziyor. Ben ne zaman onun gözlerine baksam her zaman seni gördüm” dedi gözlerinden yaşlar kovalarcasına düşerken…

Aziz Karadağlı, Bahar’ı tuttuğu gibi göğsüne doğru bastırdı ve sımsıkı sarıldı. Yitirilen yılların acısını çıkarır gibi; ciğerlerini parçalama pahasına saçlarının kokusunu içine çekti. Bir süre o şekilde kaldıktan sonra yüzünü ellerinin arasına alarak;

“ – Niye hiç söylemedin? Bir haber veya bir İZ bıraksaydın ömrüme yemin olsun nerede olursan ol, bulurdum seni. Sen gittikten sonra hiçbir gülün ömrü uzun olmadı. Hangi beyaz kâğıda elimi sürdüysem sararır gibiydi. Ettiğim duanın hesabını ben değil Mikail tutmuştur. Bahar dedikçe çiçekler soluyordu içimde. Gitme sebebini hiç bir zaman bilemedim ve nefretim içimde kabardıkça sana daha çok âşık oluyordum”

Aziz Karadağlı, Bahar’a sarılmayı bıraktığında kafasını yavaşça sağa çevirdi. Gözüne Can İpekoğlu ile şoför Kenan’ın uzakta bir yerde oturan görüntüsü ilişti. O an aklına geldi

“ – Elif’in benim kızım olduğunu başka kim biliyor? Yeğenin Can biliyor mu?”

“ – Hayır, annem Nermin İpekoğlu dışında kimse bilmiyor. Herkes babasının Ali Güven olduğunu biliyor. Hatırlarsan yurt dışında kısa bir süre sonra evlenmiştim”

“ – Nasıl unuturum?” dedi Aziz bey. Yüzü asılmıştı…

“ – Ali, istihbarattan babam Nazım İpekoğlu’nun manevi oğlu gibiydi hatırlarsan. Bana da aşk olarak derin duygular besliyordu. Elif’e hamile olduğumu bilerek evlenmeyi kabul etti ve onu kızı olarak hep çok sevdi. Bu yüzden Elif de babası olarak bildiği Ali’ye çok düşkündür. Kendimi iyi hissetmiyorum, Aziz… Eve gidip dinlenmek istiyorum. Bugünlük yeter. Kalanları başka gün anlatırım. Şimdi Can’ı çağır da eve gidelim. Sana gelmek istemiyorum. Kendi evimde mutluyum ben. O eve adım atmam”

“ – Peki, aşkım. Sen nasıl istiyorsan öyle olsun”

Tarih o sırada kıvamı kaçarcasına değişiyordu. Belki de Türkiye’nin geleceği bundan sonra çok farklı noktalara gidecekti. Aziz Karadağ’lı sağ kolu Kazım’ı aradı;

“Alo, Kazım… Hazırlan… Ankara’ya gidiyoruz, Ak Saray’a! Geri dönüyoruz, davaya! Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Cehennemin zebanileri titresin…”

O sırada gökyüzüne doğru haykırırcasına sesler duyuldu…

Müziği Dinlemek İçin Tıklayınız

Devamı Gelecek…

Not: Yılmaz Erdoğan’a teşekkür ederiz…