Yazılardan uzak kalma sebebim bitmek bilmeyen ev taşınması ve hastalanmış olmam ki; hala ayakta tedavim sürüyor. Evet, ben hala ailesi ile beraber yaşayan türden bir insanım çünkü aile ortamındaki o sıcaklığı seviyorum. Yalnız başına sap gibi masada akşam yemeği yemek bana göre değil. Tek başıma yaşasam sanırım her akşam arkadaşlarımı toplardım eve herhalde. Sıkılınca ne yapıyorsun diyenler vardır şimdi? Ben bir İkizler burcuyum… Çadırımı nereye kurarsam orada ikamet edebiliyorum. Kafa dinlemek için mekân ve ortam değiştiririm ama sonra yuvaya tekrar geri dönerim. Bir tarafım özgür kalmak isterken diğer tarafım ayağını yere basmak ister. İçimdeki çift didişmeden sanırım o da…

Perşembe sabahı karnımın sol tarafına inen hain ağrıya Cuma sabahına kadar tam 24 saat dayandım. Bir de o halde gazete için toplantıya gittim, düşünün… Yazı aşkı işte! En sonunda sabaha karşı kusmalar da eklenince ambulans ile hastanenin yolunu tuttuk. Bir sürü kan testleri ve uzay aracı gibi makinelerden sonra teşhis kondu. Divertikül!

İlk tepkim şu oldu doktor ekibine… “Neeyk!?”

Cerrahlar başta olmak üzere hepsi ameliyat riskimin yüksek olmasından dolayı tedavi sürecini tartışıyorlardı. Bende karnım deli gibi aç olduğu için çorba içme derdindeyim ama serumdan başka bir şeyle beslemiyordu abiler beni… Bir yandan da NBA maçlarını izlemeye çalışıyorum.

En sonunda ablama dayanamadım dedim ki; “ Ağanın pokunun üstüne pohk olur mu ?”

Gözlerini açıp beni susturmasıyla sesimi kestim. Ağrı dayanılacak gibi değil ben de ameliyat ile o kısmı alsınlar diyorum ama bir yandan da narkoz yemek istemiyorum tabii. Lökosit yani kanda iltihap yüksek…Düşmüyor Allah düşmüyor!! Tedaviyi başlattılar ve en sonunda düşmeye başladı. Sonuç olarak şimdilik ameliyat riskini atlattık. Kontroller devam edecek tabii ki… Elime de bir diyet listesi tutuşturdular ki evlere şenlik.

Dedim ; “Fotosentez mi yapacağız yoksa Zeki Müren de bizi görecek mi?”

Domatesin çekirdeğini ayıklayıp çileğin dışını kesiyorsun… Kalanı hayal gücünüze kalmış artık…

Mesleğimin ne olduğunu öğrendiler tabii… Yazı için veri topladığımı fark ettikleri için Alacakaranlık Film Kuşağı’nın arka fon müziği çalıyordu sanki hastanede. Acaba kötü bir şey yazacak mıyım? Niye yazayım ki? Devlet hastanesi olsaydı bak neler yazıyordum. Burada sıkıntı yok. Otel gibi… Bastırıyorsun parayı yiyorsun beş yıldızlı serumu : )

Ekip şahane ama bundan emin olabilirsiniz. İşlerini severek yapıyorlar ve gerçekten de bu konuda iyiler… Damarlarım ince olduğu için anjiokat açılması tam bir kâbus benim adıma… Ekip rahat buluyorsa damarlarımı benden geçer not alır arkadaş : )

Ağrı kesicilerden ağrıyı hissetmediğim zamanlarda bulunduğum katı incelemek için yürüyüşe çıkıyordum. Suriye’deki patlamalardan kaçan ve helikopter ile yoğun bakıma gelmiş bir hasta vardı. En çok onu merak ediyordum açıkçası… Çünkü ilk yatış yaptığım gece sabaha kadar acıdan sesi katta yankılanıyordu. Tam odanın önünden geçerken ister istemez kafamı odanın içine doğru çevirdim ve gördüğüm manzara hafızama Mıh gibi çakıldı

Belli ki bomba bulunduğu yerin çok yakınında patlamış ve iki ayağını koparmıştı. Elleri masal kahramanlarındaki devlerin elleri kadar şişti ve simsiyah kan oturmuştu. Belli ki onları da keseceklerdi…

Gözlerimi kapadım bir süre yürürken… Aklıma bazı salakların dediği bir cümle geldi

“İç savaş demokrasi için gereklidir. Bu ülke bir iç savaş yaşamalıdır!”

Ne cehalet Yarabbi dedim. Savaşı Lunapark’da eğlence zannediyorlar herhalde. Ama gözleri önünde çocukları veya sevdikleri patlasın görürüm ben herkesi! Benim gözümde savaş gerekli olmadığı sürece cinayetten farklı değildir. Özellikle dış mihraklar için savunma yapılmadığı sürece!

İnsanlığımdan utandım. Büyük Ortadoğu Projesi geldi aklıma… Bir yandan en sevdiğim küfürlerimden oluşan aranjmanımı mırıldanıyordum bir yandan da yavaş adımlarla odama doğru yürüyordum. Bir ses beni kendime getirdi

“Zehirli bir bitki!”

İki tane yazmalı abla yan odanın önünde kapıda oturmuşlar bulmaca çözüyorlar

“ Ne?hıııı… Kaç harfli?”

“ 1-2-3…..7!”

“ Erboğan”

Yazmalı bacım yanındaki arkadaşına döndü

“Bak bakıyım kıız! Olmuş mu?”

Yanında oturan diğer yazmalı abla “Heeaa uyuyor valla”

“Sağol,ablacım. Geçmiş olsun!”

Güzel yurdumun güzel insanı…

“Eyvallah. Size de geçmiş olsun”

Odama girerken sanırım şekerim 41’e düşmüştü. Patlat bir İbo şarkısı dedim hem bana hem kendine güzel gözlü hemşire’ye

“Kim çeker seni kim çeker. Ben gibi seni kim çeker! Ben biber olayım sen şeker!”

Sevgilerimle…